Biz, ülke olarak henüz stratejinin üzerine çıkamadık. Sistemik, büyük yapımızı kuramadık. Bunun için sürdürülebilir irade ve akıl gerekiyor. Büyük sistemik zihniyeti oluşturamamamızın da nedenleri var tabi. Birincisi; toplumun bir kesimi ciddi batılılaşma durumunda, batılı değer ve normların dışında düşünemiyor. Toplumun başka bir kesimi de; tarihsel değerlerimizle birlikte bakmaya çalışıyor. Bu iki gurubun birbirine bakışı, toplumun tabanında mükemmel. Kesinlikle; ülkenin barışı, birliği ve bütünlüğünü tehdit edici nitelikte değil. Ama; yukarıda sıkıntılar olduğunu gözlemliyoruz. Siyasetin, toplumsal barışın korunması esasından ziyade; ayrışma üzerine yürütüldüğünün ip uçları, buralarda kendini hissettiriyor.
Devlet idaresinde kamu diplomasisi ve dili önemlidir. Kullanılan ifadeler, bu yönde ele alınır ve değerlendirilir. Yıllardır; Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri, diplomasideki bu hususu ciddi bir şekilde kullanırlar. Buna rağmen; ülkemizde, zaman zaman parti liderlerinin bir birlerine olan hitaplarında ciddi seviye düşüklükleri olduğunu da gördük. Şık olmayan polemiklere çokça şahit olduk, oluyoruz. Oysa; düşüncemizi daha kapsayıcı biçimlerde ifade edebilirdik. Dilimiz buna muktedir. Gönlümüz de muktedir olmak zorunda.
Yani; Türkçe’mizde günde yaklaşık; 200 – 300 kelimeyle anlaşmaya çalışıyoruz. Zira; 120 bin mefhum ifade eden bir dilimiz var. Kaldı ki; dilimizde kullanılan çoğu sesteş sözcük olmasına rağmen, kullanıldıkları cümleye göre farklı anlamlar ihtiva ediyor. Buradan bakıldığında 200 binin üzerinde bir dil zenginliğimizden bahsedebiliriz. Bizim dilimiz, Batılı diller gibi değil. Bu özelliğiyle de Türkçemiz çok müstesna bir dildir. Tabi, bu dilimizden kaynaklı bir zenginlik. Batılı ülkelere nazaran, siyaset yapma biçimimiz de farklı olacaktır elbet.
Peki temel sorunumuz nedir?
Sorunun ne olduğunu yakalamamız lazım. Öncelikle; aktüalite doğru değerlendirilmeli. Bir de yeni bir paradigma üretebilmeliyiz. Bu cevheri yakalamalı, açığa çıkarabilmeliyiz.
Avrupa liderlerine baktığımızda en görüyoruz. Onlarda da yeterli bir derinlik yok. Bizim siyaset dilimizin seviyesi; buralardan da etkilenebiliyor. Bu farklılık daha çok konjonktürel nedenlere dayalıdır. Ticaretin, finansın ve ekonominin tahakkümü, siyaset yapıcıları, olmaları gereken nezaket düzeyinden uzaklaştırmış olabilir. Yine de; Batı’yla mukayese edersek konuya farklı bir zeminden bakmamız gerekir. Çünkü; Batı’da sistemik yapı büyüktür. Nereye gittiğini, gideceğini bilen bir anlayışları var. Bizdeki büyük sistemde yol haritası henüz belli değil. Siyaset; bu yönde yol açmaya çalışıyor. Dolayısıyla; yol açıcı guruba karşı muhalif refleksler de gelişme imkanı buluyor.
Fakat; siyasetin de ön açması tek başına yetmiyor. Devlet de; bu yönde derinlik oluşturmalıdır.
Somut bir örnekle; at, atın binicisi, saha ve yarış alanı gibi düşünelim.
Binici, devletin üzerinde bu programları yaparken, atın da tabiatına göre hareket etmesi gerekir. Dış dünyayla mukayesede durum böyledir. Kendi sınırlarımız içerisinde bir mukayese yaparsak; siyaset yapma kültürümüze bakma gerekliliği öne çıkacaktır.
Biz nasıl yönetilebiliriz? Nasıl yöneticiler ararız? Bizi kışkırtan, bizi heyecanlandıran şeyler nelerdir? Birbirine zıt, iki siyasi partinin kavga etmesinden mi heyecan duyarız; yoksa, onların birbirleriyle lâtif konuşmalarından mı?
Toplum, kendi içinden bir lider çıkarıyor. Lideri kabullenme ya da kabullenmeme konusundaki yaklaşımlarda bu yönde ifadeler göze çarpıyor. Mesela; dyoruz ki; “Çok yumuşak bir lider, Türk toplumu bu adamı benimsemez.”
Buradan anlıyoruz ki; toplum bir şiddete ihtiyaç duyuyor. Bu şiddet, eğer vücutla olmuyorsa; sözle oluyor maalesef. Ancak; bundan öte bir şey var. İçeride zihinsel daralma diye bir realite var. Zihnin sınırları içerisinde aklın daralması diyelim buna. Siz; seksenüçmilyonluk bir nüfusu, göğsünüzün içerisine alabilmeniz lazım. Eğer; alamıyorsa, siyasetçi bu kez çatışmacı dil ve üslûp kullanmak zorunda kalınıyor, maalesef.
Bu; iktidar olur, muhalefet olur, hiç fark etmez. Yapıcı değil, yıkıcı hale getirir toplumu. Temayül bu yönde gelişir. Bu karşılıklı adaptır, edeptir, usuldür, erkandır. Bunun zihinsel yapısını milli eğitim, kültür, aile ve çeşitli alanlar belirler. Bu sahalara özel metodik yaklaşımlar, yeni bakışlar, geniş ufuklar gerekir. Biz bunu, II. Mahmut ve III. Selim dönemlerinden bu yana sürekli arıyoruz. Bizler, kendi iktidarlarımızda, kendi ayaklarımıza sıkma gibi handikaplara düşmemeliyiz.
Bahsettiğimiz bu yapının 5 temel yönü vardır.
Tepkisel ve etkisel, teknik, taktik, stratejik ve sistemik… Biz, ülke olarak henüz stratejinin üzerine çıkamadık. Sistemik, büyük yapımızı kuramadık. Bunun için sürdürülebilir irade ve akıl gerekiyor. Büyük sistemik zihniyeti oluşturamamamızın da nedenleri var tabi. Birincisi; toplumun bir kesimi ciddi batılılaşma durumunda, batılı değer ve normların dışında düşünemiyor. Toplumun başka bir kesimi de; tarihsel değerlerimizle birlikte bakmaya çalışıyor. Bu iki gurubun birbirine bakışı, toplumun tabanında mükemmel. Kesinlikle; ülkenin barışı, birliği ve bütünlüğünü tehdit edici nitelikte değil. Ama; yukarıda sıkıntılar olduğunu gözlemliyoruz. Siyasetin, toplumsal barışın korunması esasından ziyade; ayrışma üzerine yürütüldüğünün ip uçları, buralarda kendini hissettiriyor.
Zira; toplumun tabanındaki bu uyumu; 7 Ağustos 2016 da seneyi devriyesi yaklaşan Yenikapı Mitingi’nde, meydanları dolduran kalabalıklarda görmüştük. Orada; iktidar, muhalefet, sağ, sol, dindar, laik, alevi, sünni, Türk, Kürt vs demeden hep birlikte yekvücut olmuştuk.
Yukarıdaki sıkıntıların giderilmesi için, mutlaka; tümden teke, tekten tüme doğru varsayımlarla her şeyi dizayn etmemiz lazım. Hukuku da; sağlığı da; eğitimi de; idareyi de ve onun mantalitesini de…
http://www.uyananinsan.com/ Sitesinden Alıntıdır.
USPUM Başkanı/ Muhammed Taha GERGERLİOĞLU/ www.uspum.org.tr
Ekleme Tarihi: 20 KASIM 2021