Yamaçlara gün çağmış, vakit kuşluğa dönmüş, Kolongo yeni bir umuda uyanmıştır. Börtü böcek, kuş kelebek çimen kokan yaylalarda, çayır yeşili ovalarda Rezzak sırrına erende, bir karayağız oğlan, sesine ses katar, cümle kainatın.
Baba, iki eliyle kaldırıp baş hizasında tuttuğu yavruya hayran hayran bakıp: “İsmailce teslim olup, İbrahimce yaşasın! Metin olsun adı!”
Metin! Bir kara sevdadır, sevgiye hasret topraklara. Harmanda bir köşede umarsız, kaygısız. Emeklerken bile büyüme hızındadır. Acelesi vardır besbelli!
Dördündedir yaşı, ayın ondördünde yüzü. Badem gözlü, kalem kaşlı, kara saçlı, bakanın doyamadığı cengaver bakışlı çocuk, dönmemek üzere bindiği kamyonun gürültüsüne karışan sesiyle cana can katandır. Üç kardeş, ana baba, bir de götürebildikleri ne varsa…!
Kartal’dan araba vapuruna bindiklerinde, garip bakışlar eksik olmaz üzerlerinden. Baba, çevirir başını.
“Başvekil’i asalı yılı geçti!”
“O kadar oldu mu?”
“Oldu ya!”
Aldırmaz; lakin içten içe sıkıntılıdır. Dalgaları yara yara ilerleyen vapur Eminönü’ne yanaşınca, güvercinlerin bini iner, bini kalkar. Draman troleybüsü, Saraçhane’den Fatih’e yönelince bir başka çarpar kalbi Metin’in.
Konu komşu, “Hoş geldin!”e gelirler. Kirece doyan duvarlar, çatısında minaremsi buhari… Bahçede, satın aldıkları evin sahibinden kalma tere, maydanoz, kıvırcık, soğan… köyünden bir karedir anılarda kalan.
Haliç’e bakan, şapı yeni atılmış pencere, mahattan otuz santim yüksektedir. Dirseğini dayar pencereye, seyreyler alemi.
“Yatarken ‘İnna Ağtayna’ okuyun ki erkence kalkalım.”
“Nerelisin?”
“Bitlisli. Ya sen?”
“Tokatlı.” “Rizeli.” “Muşlu.” “Edirneli.” “Vanlı.”
“Ne güzel, her birimiz bir yerden! Buralarda ne oynanır?”
“Ne istersen! Çarşamba’ya doğru uçurtma uçururuz.
Yorulunca Yavuz Selim’de çeşmeye dayanır;
Cibali’de yemlik, kuzukulağı… neyin yeriz. Okununca yatsı, gireriz eve.”
“Ben de…!”
“O nasıl laf, gel tabi! Babamız sıkı sıkı tembih etti.
‘Memlekette ne gördüyseniz aynısını işleyin.
Yediğinizden yedirin, içtiğinizden içirin. Buna bizim orda………’
“Uhuvvet denir.”
“Nerden biliyorsun?”
“Babam derin hoca akıllım. Her bir şeyi öğretti bize, ya!”
Dedi ki bir de:
Irkımızı, dilimizi, ana babamızı biz seçmedik.
Yüreğimizdekini biz seçtik sadece! Öbür Dünya’da üstünlük sağlamayacak boş şeylerin peşinde koşmayın!
Kimse kimsenin günahını çekmez!
“Metin, sekizine bastın. Büyüdün artık. Bugün seni birine götüreceğim. Çok seveceksin!”
Orta boylu, sarışınca adam, gözünü ondan ayırmıyordu. “Sen ne yakışıklı çocuksun öyle! Hep gel, olur mu? Arkadaş bol, ilim de! Unutma ama!”
Çarşamba’nın Rizeli hocasının, on üç takvim sonra, musallada, tam da önünde, göz pınarlarına hücum eden yaşları salıvererek el bağlayacağını nereden bilirdi ki!
Kış baharı kovalıyor, eksiliyordu seneler bir bir.
Orta’ya yazıldı o güz. Bir, iki, üç… derken dördüncü ayın sonunda patladı:
“Ben, artık okula gitmem!” Evde buz gibi bir hava esti. “Ben daha bilgiliyim herkesten. Nerdeyse öğrendiklerimi unutacağım.”
“İyi de oğlum, sen okuma, öteki okumasın, ne olacak memleketin hali! Biz, okuyasınız diye girmedik mi bunca zahmete?”
“Kardeşlerim büyüyor, onlar okusun! Kararım karar!”
Metin, sokağın büyüsüne kapılmış, bir yol çizmişti kendine. Bir gün Sankiyedim’den Vezneciler’e inerken, altmışında bir nine çevirdi yolunu:
“Evlat, bir ilaç parası. Kocam ciğerlerini üşüttü, inşaatlarda bekçilik yaparken.”
Varını yoğunu verdi Metin.
“Arkadaşlar, dispanser açacağız Fevzipaşa’ya. Doktorunu hastaneden, ilacını eczaneden bulup ücretsiz muayene edeceğiz, Anadolu insanını. Sade sloganla olmaz kuru kuru, halka ineceğiz tarafsızca.
Dilini, milletini sormadan bulacağız hastaları. Giderken bir hayır dua etsinler yeter. Ebemizin, dedemizin canı için.”
Dispanser, dolup dolup boşalıyor; gelenlerin ardı arkası kesilmiyordu. Metin’in mahallesinde huzur vardı bir tek. Sağ sol yönünü şaşırmış, kırıp geçiriyordu birbirini.
‘Serseri bir kurşun, alıp götürür canlarını!’ diye okul kapıları ana baba günü oluyor, sermayesi kan ve acı, yüreği kaskatı lider(!)lere kin yağıyordu.
Nerde bir haksızlık, bir arsızlık, bir yolsuzluk varsa, bulurdu karşısında Metin’i. Bir vakit, kararınca hava sessizliğe bürünen sokaklar, Emin Bir Belde oluvermişti. Namı almış yürümüş, uzak ülkelere yol almak üzre saatleri saymıştı Metin.
İhanet onu da bulmuş, otuz yılın utancına boğmuştu namert ellerini. İkinci basamakta Ölüm Meleği “Vakit tamam!” diyor, yedinci basamakta Müjde’ye kavuşuyordu.
Baba, yirmi bir yıl öncesi gibi, “İsmailce teslim olup, İbrahimce yaşadı! Kaçanlardan değil, Gönlünü Rahman’a Açanlar’dan yazıldı.” diyor, Fethin Mimarı’na bakıp:
“Can oğlum sana geldi, tam da yanı başında! Hep, seninle komşu olmayı istedi, işte erdi muradına!” gururla karışık yakarışı ciğerleri dağlıyordu.
Kartal bakışlı adamı uğurlarken elli bin yürek, haber Mindanao’ya tez ulaşıyor, yağmur ormanları arasında gürleyen ses, mekan üstü duruşunu haykırıyordu:
“Haftaya aramıza katılacak yiğit Sözünde Duranların Makamı’ndadır şimdi, Alnı Işıl Işıl Olanların Diyarı’nda!”
Tarık Sezai KARATEPE /