Tarihsel Hafızadan Stratejik Hamlelere Bir İslam Birliği Arayışı
Ortadoğu’nun derin fay hatları bir kez daha hareketlendi. İsrail ile İran arasında giderek tırmanan çatışma hattı, bölgeyi klasik bir vekâletler denklemi ötesine taşıyarak, doğrudan aktörlerin çarpıştığı jeostratejik bir krize dönüştürmüş durumda. Bu kriz, sadece iki devlet arasındaki bir hesaplaşma değil; ümmet coğrafyasındaki ideolojik, mezhebi ve jeopolitik ayrışmaların bir testi hâline gelmiştir. Ankara ise bu karmaşık denklemde, tarihsel sorumluluk, medeniyet tahayyülü ve güncel reelpolitik arasındaki ince çizgide yürüme iddiasını yeniden ortaya koymaktadır.
İslam Birliği söylemi Türkiye için yeni değildir. Osmanlı’dan bu yana uzanan tarihsel hafıza, Cumhuriyet’in kuruluşundan sonraki seküler yönelişin arka planına rağmen, zaman zaman siyasal hafızada ve dış politika vizyonlarında kendine alan bulmuştur. Ancak bu kez mesele sadece bir retorik değil, çok daha derin bir stratejik zorunluluk hâlini almıştır. İsrail-İran çatışmasıyla ortaya çıkan yeni tablo, Türkiye’nin “ümmetçi diplomasi” ve “birlik eksenli jeopolitik” üretme ihtiyacını daha da belirginleştirmiştir.
I. Tarihsel Hafıza ve Ümmetçilik: Mirasın Yükü, Misyonun İmkânı
Türkiye’nin ümmetçilik perspektifi, esasen Osmanlı’nın son döneminde gelişen pan-İslamist yaklaşımla temellenir. II. Abdülhamid’in hilafet vurgulu dış politikası, Batı’nın sömürgeci yayılmasına karşı ümmeti ortak bir çatı altında toplayarak hem siyasi bir direnç hem de kültürel bir birlik hedeflemiştir. Ne var ki, bu tarihsel hafıza aynı zamanda günümüz Arap dünyasında “Osmanlı hegemonyası” şeklinde algılanan bir kuşku üretmektedir.
Bu çelişkili miras, Ankara’nın bugün ümmet söylemini nasıl inşa edeceği sorusunun da zeminini oluşturur. Yeni bir ümmetçilik ancak geçmişten ders çıkaran, katılımcı, çoğulcu ve ideolojik tonlardan arınmış bir dil ile mümkündür. “Yeni Osmanlıcılık” gibi iddiaları bertaraf edecek bir kapsayıcı vizyon, ümmetin tarihsel hafızasını yeniden anlamlandırmakla mümkündür.
II. İsrail-İran Savaşı ve Jeopolitik Kırılmalar: Krizden Doğan Fırsat
İsrail-İran savaşının derinleştirdiği çatışma ortamı, ümmetin ortak refleks üretme kabiliyetini sınamaktadır. Bu kriz, Sünni-Şii bölünmesini daha da derinleştirirken, aynı zamanda üçüncü bir duruş ihtiyacını da doğurmuştur: Mezhep-üstü, reelpolitikle uyumlu, insani temelli ve stratejik bütünlük içeren bir liderlik modeli.
Ankara’nın bu konjonktürdeki en büyük avantajı, tarihsel miras ve jeostratejik konumun ötesinde, hem Batı’yla hem Doğu’yla konuşabilen melez diplomasisidir. Türkiye, İran’la çatışmadan uzak, Suudi Arabistan’la da ihtiyatlı bir yakınlık kurarak iki tarafın da güvenebileceği bir çözüm platformuna dönüşebilir. Ancak bunun için söylem yeterli değildir; kurumsal kapasite, bölgesel etki alanı ve istihbarat gücüyle desteklenen bir dış politika vizyonu gereklidir.
III. İslam Birliği Neden Zor, Neden Mecbur?
Bu sorunun cevabı ikili düzlemdedir: Teorik olanla pratik olanın çatışmasında…
A. Zorlaştırıcı Etmenler
- Mezhepçilik: Sünni-Şii ayrımı, sadece bir inanç farkı değil; istihbarat, vekâlet savaşları ve nüfuz mücadelelerinin aracı hâline gelmiştir. Türkiye’nin bu ayrımı aşan bir pozisyon üretmesi, ümmetçilik vizyonunun başarısı için elzemdir.
- Ulus-Devlet Realitesi: 20. yüzyılda yerleşen ulus-devlet mantığı, kolektif bir ümmet kimliğinin önünde yapısal bir engeldir. Arap milliyetçiliği ve Osmanlı karşıtı tarih anlatıları, bu engeli daha da derinleştirmektedir.
- Siyasi Rejimler Arasındaki Farklılık: Krallıklar, teokrasiler ve parlamenter sistemler arasında ortak bir siyasi irade üretmek bugünkü haliyle neredeyse imkânsızdır.
- Büyük Güçlerin Etkisi: ABD, Çin, Rusya gibi aktörlerin İslam coğrafyasındaki askeri, ekonomik ve diplomatik varlıkları, herhangi bir birlik hareketinin bağımsız gelişimini sınırlandırmaktadır.
B. Zorunlu Kılan Etmenler
- Küresel Adaletsizlik: Filistin meselesi, İslamofobi, bölgesel yoksulluk ve eğitimde eşitsizlik gibi küresel sorunlar, ümmetin dayanışma ihtiyacını artırmaktadır.
- Ortak Değerler ve Hafıza: Ortak inanç, tarih ve kültür kodları, siyasi farklılıklara rağmen halklar düzeyinde bir “biz” duygusunun temelini oluşturur.
- Türkiye’nin Yumuşak Gücü: TİKA’dan Diyanet’e, Yunus Emre Enstitüsü’nden insani yardımlara kadar uzanan ağ, Türkiye’nin halklar nezdindeki güvenilirliğini artırmaktadır.
IV. Stratejik Hamleler: Söylemden Kurumsallığa Geçiş Zamanı
Türkiye’nin İslam Birliği hayalini, stratejik gerçekliğe dönüştürebilmesi için atması gereken adımlar üç temel hatta toplanabilir:
1. Diplomatik Yönetişim: Arabuluculuktan Koordinatörlüğe
Türkiye, artık sadece barıştırıcı değil; süreçleri koordine eden bir merkez işlevi görmelidir. Bu bağlamda;
- İslam İşbirliği Teşkilatı’nın Reformu: Bu yapı, sadece beyanat veren bir yapı olmaktan çıkarılmalı; bağlayıcı kararlar alabilen, ekonomik ve siyasi yaptırım gücü olan bir örgüte dönüştürülmelidir.
- “İslam Güvenlik Konseyi” Kurulması: NATO benzeri bir savunma iş birliği mekanizması hayata geçirilmelidir. Ortak terör tehdidi, sınır aşan krizler ve siber saldırılara karşı ortak refleks üretilebilir.
2. Ekonomik Entegrasyon: “Refah Temelli Birlik”
Tam siyasi birlik yerine, ekonomik temelli entegrasyon öncelenmelidir:
- İslam Ortak Pazarı ve Dijital Gümrük Sistemi: D-8 yapısının yeniden işler hâle getirilmesi, dijital altyapılarla desteklenerek malların, hizmetlerin ve sermayenin serbest dolaşımına olanak sağlanmalıdır.
- Helal Sertifikasyon Merkezîyetçiliği: Türkiye, global helal ekonomisinin koordinasyon merkezi hâline gelerek ekonomik standardizasyon sağlayabilir.
- Savunma ve Enerji Yatırımları: Körfez ülkelerinin sermayesi, Türkiye’nin teknolojisi ve Asya’nın iş gücü, ortak projelerde buluşturulmalıdır.
3. İstihbarat Mimarisi: Yeni Nesil “Siyasi İstihbarat”
İslam dünyasında birliğin tesisinde istihbarat, sadece tehdit takibi değil, sosyal bütünlük üretmenin bir aracı olmalıdır:
- İslam İstihbarat Konseyi: Katar, Pakistan, Endonezya gibi ülkelerle ortak analiz merkezleri, tehdit haritaları ve kriz senaryoları üretilebilir.
- Saha İstasyonları: Türkiye, Gazze, Sudan, Somali gibi sıcak noktalarda bilgi akışı sağlayan “dinamik saha gözlem ağları” kurarak veriyle politika arasındaki köprüyü inşa etmelidir.
- Algı Mühendisliği ve Sibernetik Ümmet Ağı: Sosyal medya, dijital platformlar ve halk diplomasisiyle, ümmet kavramı sanal değil reel bir aidiyet duygusu hâline getirilebilir.
V. Hayal Değil, Aşamalı ve Gerçekçi Bir Gelecek Tasarımı
İslam Birliği, bugünün şartlarında tam entegrasyon anlamında mümkün görünmeyebilir. Ancak bu, iş birliği ve dayanışmanın imkânsız olduğu anlamına gelmez. Türkiye’nin ümmetçilik vizyonu, retorikten çok stratejiye, slogandan çok kurumlara dayanmalıdır. Bu da ancak şu üç temel üzerine inşa edilirse mümkün olur:
- Kapsayıcılık ve Mezhep-Üstü Yaklaşım
- Kurumsal ve Ekonomik Entegrasyon
- İçeride İstikrar, Dışarıda Güven
Ankara, bu hedefe yürürken liderlikten çok rehberlik rolüne soyunmalı; krizleri avantaja dönüştürerek İslam coğrafyasında adil, üretken ve çoğulcu bir örneklik teşkil etmelidir.
Çünkü unutulmamalıdır ki, ümmetin yeniden inşası İstanbul’dan başlayabilir; ama bu inşa, Riyad’dan Lahor’a, Kahire’den Cakarta’ya uzanan kolektif bir vicdanla ancak hayata geçebilir.