Lafı evirip çevirmeden, kitabın ortasından konuşacağım.
Bu yazının konusu: Göz Göre Göre Körleşmek!
Son yıllarda çevremize baktığımızda, sadece olayların değil, bu olaylara verilen tepkilerin de bizi hayretler içinde bıraktığı bir dönemden geçiyoruz.
Yolsuzluk, adam kayırma, ihale usulsüzlükleri, uyuşturucu batağına saplanmış hayatlar ve rüşvetin bir “çözüm anahtarı” haline gelmesi…
Eskiden duyduğumuzda yüzümüzün kızardığı, toplumdan dışlanma sebebi olan bu fiiller, şimdilerde adeta birer “başarı hikayesi” veya “sıradan birer vakıa” gibi sunuluyor.
Ancak asıl korkutucu olan suçun kendisi değil; toplumun bu suça karşı takındığı kayıtsızlık ve savunma mekanizmasıdır.
Normal şartlarda toplumun, ahlak sınırlarını ihlal eden bu kişilere karşı net bir tavır alması, onları vicdanında mahkum etmesi gerekir. Fakat günümüzde tam tersi bir tabloyla karşı karşıyayız. Birileri açıkça yanlış yaparken, kitleler o yanlışı kınamak yerine; “Yok, o yapmaz,” ya da “Bu bir operasyondur, gündem değiştiriyorlar” diyerek yanlışı meşrulaştırma yarışına giriyor.
Oysa ki gerçek; siyasi taraftarlığın, ideolojik körlüğün ve “bizimkiler-sizinkiler” ayrımının gölgesinde kalıyor. Yanlışı yapan “bizdense” üstü örtülüyor, “onlardansa” kıyamet koparılıyor. Oysa ahlak, kişiye ve tarafa göre değişen bir elbise değildir.
Bu durum, tam da Kur’an-ı Kerim’in o sarsıcı uyarısıyla örtüşüyor:
“Onların kalpleri vardır ama onlarla anlamazlar; gözleri vardır ama onlarla görmezler; kulakları vardır ama onlarla işitmezler.” (A’râf, 179).
Görmemek, sadece biyolojik bir yetersizlik değildir; gerçeği görmeyi reddetmek, vicdanın üzerine perde çekmektir. Toplum olarak bu ayetin işaret ettiği o derin boşluğa düşmüş gibiyiz. Deliller önümüze serilse de, olaylar tüm çıplaklığıyla karşımızda dursa da; zihnimizdeki o “algı bariyerlerini” aşamıyoruz.
Bir toplumun çöküşü, sadece ekonomik krizlerle değil, adalet ve ahlak duygusunun yitirilmesiyle başlar. Rüşveti “hediye”, yolsuzluğu “iş bilirlik”, adam kayırmayı “vefa” olarak adlandırmaya başladığımız an, sadece bugünü değil, geleceği de kaybederiz.
Eğer gözümüzün önündeki apaçık gerçeği “siyasi bir hamle” diyerek halının altına süpürmeye devam edersek, yarın şikayet edecek bir hukuk düzeni de, güvenecek bir komşu da bulamayacağız. Artık aynaya bakma ve kendimize şu soruyu sorma vaktidir: Gerçeği görmeye cesaretimiz var mı, yoksa konforumuz bozulmasın diye kör taklidi yapmaya devam mı edeceğiz?



