Yıllarca süren sarsılmaz bir inanç kalesi, sessizce kum gibi dağılıyor. Elimizdeki GALLUP’un ibret dolu araştırmasının sonuçları bize sadece soğuk istatistikler sunmuyor. Batı ve ötesindeki medeniyetlerin ruhunda yaşanan dramatik çözülmeyi, bir büyü bozulmasını fısıldıyor.
Tablodaki istatistiğe göre şunu net olarak ifade edebilirim:
İnsanoğlu adeta uçurumdan yuvarlanırcasına dinden uzaklaşıyor ve dünyevileşiyor.
Bu bir gerileme değil, adeta bir devrin kapanış ilanıdır. Hayatın her köşesine sinmiş olan dinin, on yıl gibi kısacık bir sürede, günlük yaşamdaki önemini bu denli hızla kaybetmesi, modern çağın en büyük kültürel depremidir.
Gözümüzü önce Avrupa’nın kadim kalelerine çevirelim.
Yunanistan’da yaşananlar bir çöküşten fazlasıdır; bu bir isyandır.
Ortodoks Kilisesi’nin binlerce yıllık mirasına rağmen, on yılda yüzde 77’den yüzde 49’a düşen 28 puanlık bu serbest düşüş, ekonomik krizlerin ve toplumsal hayal kırıklıklarının sadece bankaları değil, tapınakları da nasıl boşalttığını gösteriyor. Halk, çektiği acılara teselli bulamadığı kurumlara sırtını dönmüş.
Katolikliğin kaleleri sayılan İtalya ve Polonya’da da benzer bir çözülme yankılanıyor. 22-23 puanlık bu gerilemeler, Kilise’nin otoritesinin erimesine, geleneksel bağların kopuşuna işaret ediyor.
Amerika Birleşik Devletleri’ndeki 17 puanlık kayıp ise, inancın siyasi aidiyete dönüşmesinin getirdiği yorgunlukla birlikte, “Tanrı’nın Ülkesi” mitini paramparça ediyor.
Ancak tüm bu tablonun ortasında, bizi derinden sarsması gereken Türkiye gerçeği duruyor.
Türkiye, başlangıçtaki dindarlık oranında diğer ülkelere göre bir hayli önde görünse de, ele alınan 10 yıllık periyotta bir hayli gerilediği de acı bir gerçek. Bizim trajedimiz, rakamların büyüklüğünde ve bu düşüşün hızında gizli. 2008’de nüfusun yüzde 89’u için din, günlük hayatın “önemli bir parçasıydı”—bu, dinin sadece bir tercih değil, yaşamın kendisi olduğu anlamına geliyordu. On yıl sonra, bu oran 18 puanlık devasa bir kayıpla yüzde 71’e geriliyor.
Bu düşüşün en belirleyici ve dramatik yanı, tam da dinin kamusal alanda en görünür, en teşvik edilen ve siyasetin en merkezi unsuru haline geldiği bir dönemde yaşanmış olmasıdır. Bu bir çelişki değil, derin bir ironidir. Dinin aşırı bir şekilde dünyevileşmesi, onun politik bir bayrak, sosyal bir sadakat testi veya ekonomik bir araç haline getirilmesi, onun manevi ağırlığını ve kutsiyetini tüketmiştir. Gündelik yaşamdaki o saf, sorgulanamaz önemini yok eden, inancın kendisinin değil, onun araçsallaştırılmasıdır.
Prof Dr Erhan Afyoncu’da bir yazısında bu konuya eğilmiş ve şu şekilde uyarmış; bu son rakamlar 2018’e ait! O günden bu yana geçen sürede ivmenin daha da hızlandığını düşünürsek, bu oranın bugün belki de %60’lara inmiş olması korkunç bir olasılıktır.
Evet, bence de profesör haklı!
Devam edelim.
Bu 18 (veya daha fazla) puanlık kayıp, sokaklarda isyan edenlerden değil; inancını kaybetmeyen ama onu “gündelik hayatının önemli bir parçası” olmaktan çıkarıp, vicdanının daha özel, daha sessiz bir köşesine hapseden milyonların sessiz çekilişidir. Bu, dünyevileşme akımından Türkiye’nin de ne kadar derin bir nasıp aldığını gösteriyor.
Şimdi karar verme zamanı!
Ya bu gidişatı kabullenip çukura yuvarlanacağız ya da ne yapacağız diye daha fazla düşünmeden, mefkuremize sarılacağız.
Özetle, kutsal olanın o derin sessizliği, sadece bireysel bir kayıp değil, toplumsal bir çürümenin işaretidir. Bizi bir arada tutan en güçlü bağ gevşerken, bu boşluğu dolduracak yeniden bir etik/ahlak ve anlam arayışı, hayati bir zorunluluk olarak önümüzde durmaktadır.
Hayattan çekilen sadece din mi, yoksa toplumlarımızın ruhunu bir arada tutan o son bağ mı?
Bu sorunun cevabını , eylemlerimizde aramalıyız.
Araştırmacı Yazar Cemal DURUK



