EŞREF-i mahlûkat ile belhüm adâl, â’lâ-yı illiyyîn ile esfel-i safilîn…
2023 tarihli deprem felâketi, ülkemin üzerine imtihanın en ağırı, afetin en büyüğü olarak indi. Yine binlerce şehit verdin canım ülkem, çileli coğrafyam!
Dünya, gecenin karanlığında göğe yükselen feryatlara, evlerin bağından kopmuş ağaçlar gibi devrilmesine, toz ve bulut yığınlarının arasında insanların çığlık çığlık korku ile sevdiklerini aramasına şahit oldu.
Donmuş, şaşkın, nutku tutulan, şoka giren insanlar, ağlayan bebekler, ailesini, evini soğukta kaybeden geriye kalanlar, yaralanan, ölen insanlar karşısında tüm dünya hüzne gark oldu.
Ölüm ne büyük geçiş, ne büyük nasihat!
Ölüm en büyük gerçek. Ölüm kâfire korku, mümine muştu.
Şair demiş ya “Taşısın tabutumu tam dört inanmış adam”, tabutunu taşıyacak bir adamın bile büyük nimet olduğu gün…
“Üç günden sonra yuyalar” diyen Yunus bugünü görse şekva etmezdi üç günden.
Ah acı, kalbimi kanattın! Söz beynimde düğümleniyor, dilime inmiyor. Meğer ağıt yakmak için nefes gerekmiş; nefesler kesildi bugün. Ağıtları bile ağlatan gün…
Ninnilerle uyutulan bebekler gözünü kıyamete açtı.
Ey acı, bak, yüzler mahzun! Nereye bu sürgün?
Güneş karardı, her yer mahşer. Birbirine karıştı gece ile gün. Enkaz heyula, sokaklar ölüm kokuyor. Hâşâ, isyan değil bu, haşyet. Herkes, “Cananımı gördün mü?” diye soruyor.
Gel Yunus’um, beraber ağlaşalım. Bu hâl bende hâl koymadı, beraber hallaşalım…
Eser mi bu toprağa asude bahar?
Yıkadı kan ve gözyaşı, nasıl sarılır yaralar?
Yunus’um, “Şöyle garib bencileyin” dedin ya, gel gör gariplik neymiş kendi yurdunda.
Çile tokmağı en ağırından indi.
İmtihan geçidi en zorundan seçildi.
Giden gelmez yola girildi.
Gök ağıt, yer kan!
Seni olgunlaştıran imtihan, bugün herkesi Yunus eyledi.
Bu manzara karşısında rahat yatağında yatmaktan utanan, “Mümin kardeşim darda iken ben de rahat olamam” diyen Anadolu’yu kuran Bacıyan-ı Rum gibi yatağını yorganını bağışlayan analar, yollara düşen tüyü bitmemiş gençler yardımlaşma seferberliği başlattı. Ahırındaki iki ineğinden birini bağışlayan fakir köylü nineler, Nene Hatun gibi sırtında yük taşıyan, sobasını bağışlayan yaşlı teyzeler, insanlığın zirve yaptığı diğerkâmlığın en mümeyyiz örneğinin sergilendiği âl-i cenap insanlarla dolu ülkem, birden iyilik yarışında şaha kalktı. Yürekler acı ile kavrulurken yardımlaşma ile el ele verildi.
Ülkemin dört bir tarafından “Yettim gardaşım!” diye tırlar gece gündüz, kar kış demeden yollara düştü. Sütten ak gönülleri, eşref-i mahlûkat olan insanları gördüm ülkemde. Acımıza ağlarken, bu sefer gurur, sevgi ve merhamet karışımı duygular oturdu yüreğimize.
Depremzede, kendine gönderilen montu giyiyor, cebinden kimlik ve para çıkıyor. İnsanımız depremi duyar duymaz sırtındaki ceketi çıkarıp veriyor, kimlik Yusuf Yunusoğlu’na ait. Depremzedelere yardım gönderen bir genç kardeşimizi elli yaşlarında bir ağabeyimiz durdurup, “Yeni aldım” diyerek ayağındaki ayakkabısını çıkarıp veriyor, evine yalın ayak dönüyor. Olay Balıkesir’de yaşanıyor.
Kalpleri sıcacık küçük çocuklar bile yardıma koşuyor. Kıyamet yaşayan kardeşlerine yediden yetmişe iyilik seferberliğinde birleşti millet, â’lâ-yı illiyyîne depremde şehit olan kardeşleri ile birlikte ulaştı.
İman dolu göğüsler birlikte ağladı, yaraları sarmaya kimse kayıtsız kalmadı.
Parke parke yol oldu Türkiye’m batıdan doğuya, güneyden kuzeye.
Maraş’ım! Sen “Kahraman” unvanını boşa almadın.
Urfa’m! Sen boşuna “Şanlı” olmadın.
Diyarbakır’ım, Adıyaman’ım, Malatya’m, Hatay’ım, Adana’m, Osmaniye’m, yaralı canlar… Şehit ve gazi olmaya alışık insanım…
Anadolu’nun anasının ekmeği yeter. Babasının tekbir sesi, balasının teslimiyeti, yüreklerin merhameti kanayan yaraya hemen merhem olur, siper olur. Kimse kesemez bu güçlü nefesi.
Koca yürekli insanlarım imanla nasıl da devleştiler. Dünyada eşi görülmemiş bir destan yazdılar. 15 Temmuz’daki aslanlar yine sahaya indiler. Çünkü o, Peygamber ümmeti.
Biz, cephede, “Mehmet’im zorda kalacaksa benim bebem üşüsün” diyerek bebeğinin üstündeki yorganı alıp kağnısındaki mermilere örten Kara Fatmaların torunuyuz. Seferde, afette Mehmet’imizin arkasında dururuz. Anadolu yine seferberlik hâlinde. Geçmişteki gibi kalkacağız ayağa. Saracağız yaraları ve Türkiye nedir, göstereceğiz dosta düşmana!
Ama bütün bunların rağmına sisli havayı seven sırtlanlar da ortaya döküldü. Ekmek yediği devletine hain olanlar, acı yaralı insanlardan parsa toplayanlar, PKK, FETÖ fareleri sahneye indi. Reklâm ve rol yapmak mesleği olup alkol masalarından salvo savuranlar, ortada parsa toplamaya, acıdan nemalanmaya başladılar. Daha düne kadar onlarca soruşturma geçiren dolandırıcılar kahraman ilân edildi.
Enkaza ilk anda AFAD ile birlikte İHH, İFAM, Yedi Hilal, Fecri Cihan Mirasımız, Beşir-Der, Safa Vakfı, Önder, Cansuyu, İsmailağa Vakfı, Birlik Vakfı, İnsan Vakfı, Diyanet Vakfı, AGD, TÜGVA, Hüdai Vakfı katıldı. Ama iş, derdi reklâm ve rol yapmak olan bir avuç mutlu azınlığa kaldı. Gönüllü STK’lar, onlarca imanlı yürek enkazda, soğukta, eksi derecelerde çalıştı. Elleri patladı, yürekleri yandı. Ama mutlu azınlık gibi iki göstermelik telefon trafiği, iki soytarılıkla milletle dalga geçip halkı Hükümet’e düşman etmeye, Gezi ruhunu diriltip iç savaş çıkarmaya, asayişi sarsacak çalışmalara imza atmadılar.
Sadece İHH, bölgeye bin 465 arama kurtarma, bin 622 dağıtım gönüllüsü ve 120 tır insanî yardım gönderdi.
Göğe ölü kokusu yayılırken, bunlar alkol alıp “Hükümet nerede?” diye ortayı velveleye verdi, hatta çıkıp, “Bu, asrın felâketi diye büyütülecek bir şey değil. Hükümet yalan söylüyor” dediler. Canından canı gidenlerle dalga geçer gibi, üç günlük dünyada iki gün oturacakları koltuk için çırpındılar.
Acılardan nemalanan FETÖ fareleri acımıza sevinip demeç vermeye başladılar, “Paranızı şuraya verin” diye, para kokusu alan bataklık sinekleri gibi ölülerin üzerine üşüştüler. Himmet toplayıp Amerika’ya aktarmaya alışık bu zihniyet, bunlarla da kalmadı, NATO’ya, AB’ye, “Türkiye’ye askerinizle girin” çağrısı yaptılar. Esfel-i safilîn olanlar renklerini belli ettiler.
Ey hamakat ehli! Bilesin ki, o asker girerse sizi de, bizi de ayırt etmeksizin biçecek gök ekin biçmiş gibi.
Yılladır inancımızla alay ettiniz, yıllardır imanlı göğüsleri küçümsediniz, yediğiniz kaba tükürdünüz. Siz mutlu azınlık, sizi bu ülkenin köylüsü, bu ülkenin samimî insanı zengin yaptı. Peki, siz kime düşmansınız? Araplara, Müslümanlara, herkese düşmansınız. Çünkü siz bu ülkenin düşmanlarından bize kalan en zararlı mirassınız. Belhüm adâlsiniz.
Lâkin siz bu ülkenin yiğitlerini, analarını, bebelerini, dedelerini hiç tanımamışsınız!
15 Temmuz’dan tanımadınız mı siz bu halkı? “Vatan” deyince ayağı yalınayak sokağa fırlayan gençleri, süt emzirdiği bebeğini bırakıp sokağa çıkan gelinleri, tutmayan dizine aldırmadan darbeye karşı duran dedeleri tanımadınız mı? Biz, “Vatan” denince evladımızın elini kınalarız bayım vatana kurban olsun diye. Siz Anadolu halkını tanımamışsınız. O ancak Yaratanına eğer başını, secde secde iki büklüm olur. Lâkin düşmana aslan kesilir, zorda kalırsa ülkesinin insanı, “Gardaşım!” deyip sarıverir. Siz tanımadınız bayım benim ülkemi, Cihan Harbi’nin cephelerinde destan yazmaya alışık halkımı. Belli ki bu yüzden sisli havada yine ortaya düştünüz. Biz Vietnam’a bile benzemeyiz, acımız bitsin, Osmanlı sillesini kime vuracağız, iyi biliriz.
Anadolu irfanı bu, hikmet ehli insanım, merak etmeyin, iyi tanır Cihan Harbi’nden sizleri. Acımızı bile bize yaşatmayan, bu kadar büyük acıdan rant devşirenleri, Hükümet’i suçlamak için yaralı halkı kışkırtmaya çalışanları unutmaz.
Osmanlı’da Müslüman olmayan teba soytarılık, kanto gibi şeylerle uğraşırdı; Osmanlı çocuklarını eğlendirmek için tutulan gayrimüslimlerin torunlarının çoğu günümüzde de işte onlar. (Osmanlı onlara “soytarı” derdi.) Şu acılı günümüzde bile fitne yapanlar da işte onlar. Bu vatanın ekmeğini yediler ama hâlâ bölmek için çalışıyorlar.
Ülkem kan ağlıyor, adam sıcak evinden çıkmıyor, elinde çayıyla gün boyu Devlet’e saldırıyor. O küçük aklın o kadar yetiyorsa, gidip, bir bölgeyi yutmuş enkazı, yollar parçalanmış, havada görüş alanı düşmüş, kar ve tipi olduğu hâlde hokus pokuslayıp enkazı sen kaldırsaydın. Hani siz yapacaksınız ya, ilk günden yapsaydınız, tutan mı vardı? Yoksa “Deprem bölgesine muhalefet belediyeleri giremez” mi yazıyordu?
Depremin birinci günü Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Adil Karaismailoğlu, Adıyaman’da ikinci depremi yaşadı, masanın altından çıktı. Ben hatırlıyorum da, yıllar önce İsmail Cem, bakan iken, deprem bölgesine tek devlet yetkilisi olarak bir hafta sonra gitmişti. 3 Şubat Afyon Depremi’ne 2002’de Necdet Sezer beşinci gün gitmişti. 1999 Depremi’nde Ecevit o gün uykusundan bile uyandırılmamıştı.
Erzincan Depremi’nde 32 bin ölü, 100 bin yaralı varken İsmet İnönü bölgede yüz metre ilerleyip Erzincan Valisi tarafından geri döndürülmüş, dönüşte trende poker oynamıştı.
Ah siz! Kur’ân-ı Kerîm’imize saldırdınız, Lût Nebî’nin tebliğde bulunduğu kavmin yaratıklarını savundunuz ind-i İlâhî’de. Gazabı çağırdınız. Gönüllerden Allah korkusunu ve sevgisini çıkarmak için çalıştınız. İşte malzemeden çalan müteahhitler sizin eseriniz!
Allah’ım, içimizdeki ahmaklar yüzünden bize azap etme, bizi helak etme!
Hâsılı, biz bu depremde ülkemin sütten ak insanını, kömürden kara düşmanını gördük.
Â’lâ-yı illiyyîn ile esfel-i safilîn olan insan arasındaki farkı fehmettik. Aşağıların aşağısı ile meleklerden âlâ olan insana şahit olduk.
İyi-kötü, melek-şeytan, dost-düşman, ak-kara belli oldu. Çünkü musibetler imanlının imanını, küfrün küfrünü artırır.
Sütten ak olanlara selâm olsun! Can veren şehit, kalan gazi… Canlarımıza geçmiş olsun!
Canım ülkem, başımız sağ olsun!
Rukiye YILDIZ / Tarihçi-Eğitimci