Onların sadece uzak geçmişi kirli değil, yakın geçmişi ve bugünleri de kirli! Nerede kavga ve kıyım varsa, orada bu güçlerin çıkar çatışması ve bu uğurda gerek gizli, gerek açık savaşları var. Fransız İhtilâli dünyayı kasıp kavurmuş, ülkeleri bölmüştü. Bugün ülkemde, Güneydoğu Anadolu’da kan akıyorsa, “ırkçılığı” dünyaya dayatan bu ihtilâl sebebiyledir.
DÜNYA Müslümanlarına kafa tutan, “hukuk-özgürlük” dersi vermeye kalkan batak Batı’nın süper güçleri (!) yine bugünlerde “hukuk-özgürlük” diyerek insanlık dersi vermeye, göz boyamaya devam ededursun, kendi kirliliklerini, vahşet ve kıyımlarını örtbas etmek için yalan tarih yazadursun, bir gün âlem-i İslâm, onların kanlı geçmişlerini yüzlerine vurup hesap soracaktır.
Avrupa Birliği üst perdeden Türkiye’ye bakadursun, asıl onları rahatsız eden cumhurbaşkanı’nın, onların kimler olduklarını her fırsatta vurgulamasıdır.
Avrupa medeniyetinin insan kemikleri üzerine kurduğu despot-vahşi saltanatının temellerini ve tarihini anlatmak için kütüphaneler dolusu kitap yazılır, biz sadece kısa bir hatırlatma yapalım…
Batı’da hangi ülke gelişip güçlendiyse, muhakkak başka bölgeleri sömürerek güçlenmiştir. Denizlerin haydut, hırsız, vahşi hâkimi Portekizleri, acımasız Hollandalılar, ardından sömürge sırasını eline alan Fransızlar ve hepsini aratacak kadar acımasız olan İngilizler, Amerikalılar… Kendi topraklarının doksan katı sömürge toprağı elde edip, sonra dünyaya hukuk dersi vermeye kalkan Avrupa’nın kirli iğrenç geçmişi ve elan devam eden kıyımları…
Dünyadaki yeraltı-yerüstü kaynaklarını elde etmek için her türlü oyun, hile ve kıyıma başvuran Avrupa’nın, ülkemin içişlerine karışması yeni değildir. Onlara istediklerini altın tepside sunmayan bütün yöneticilere karşı tavır almış, günümüzde olduğu gibi her zaman terörü kışkırtmış, ırkçılığı desteklemişlerdir. Yine bugün o çok dillendirdikleri demokrasiye saldıranlar tutuklandıkları için ve ülkeyi bölme hayâli kuran gazeteleri kapatıldı diye bize insanlık dersi vermeye kalkması, trajikomik bir durumdur.
Batı, oyununu açık oynamaz, hep sinsi plânlarla hareket eder. Algı operasyonları ile zihinleri kirletir. Osmanlı’nın altın çağını yaşadığı, kendilerinin sefalet ve fecaat içinde yamyamca yaşadıkları Ortaçağ’ı bize “Karanlık Çağ” diye dayatır ve Müslümanları vahşi gösterme çabası eskiden günümüze devam eder de neden kimse Avrupa’nın korkunç tarihini onların yüzüne vurmaz?
Pek çok konuda İslâm âlemini suçlayan, “Gözünün üstünde kaşın var” bahanesi ile İslâm ülkelerine savaş açan “hasta Avrupa”, kendi kirini karşısındakine sürme çabasındadır.
Meselâ kölelik… İslâm’da kölelik meselesini konuşurken sanki bu sistemi İslâm getirmiş gibi lanse eden ders kitaplarına artık şu sözler açıkça yazılmalıdır: “İslâm, Cahiliye toplumunda kız çocuklarını öldürmeyi kesin ve net yasaklamıştır. Aynı onun gibi, içki ve köleliği de yasaklamıştır. Lâkin içki ve kölelik sosyal bir mesele olduğu için tedrici yol izlenmiştir. Meselâ hata etmiş birine, kefaret olarak ‘köle azat etmesi’ telkin edilmiştir. Köle azat etmenin sevabından bahsederek, bu sistemi yavaş yavaş kaldırmıştır. Ama o çok hamiyetperver geçinen Batı, özelinde Avrupa, köleliği daha düne kadar meri kılmıştır. Bin 400 yıl önce gelen İslâm’a karşı, 19’uncu yüzyılda köleliği kaldıran Avrupa…
Ama gelin görün ki, ne hikmetse kölelik İslâm’la bir anılır olmuştur. Kölelikle ilgili İlk kanunlar İngiltere ve ABD’de 19. yüzyılın ilk çeyreğinde, 1807 yılında çıkarılmış, daha sonra diğer Avrupa devletleri onları izlemişti. Avrupa’da İngiltere’den sonra köleliği ilk kaldıran Osmanlı İmparatorluğu’dur. Osmanlı’da kölelik, Sultan Abdülmecid döneminde, 1847’de bir fermanla yasaklanmıştır. 1926’da Milletler Cemiyeti bütün dünyada köleliği yasaklamış, daha sonra Birleşmiş Milletler de bu hükmü teyit etmiştir.
Osmanlı’da kölelik Avrupa’daki gibi değildi. Osmanlı köleleri alır, eğitir, insanlık onur ve haysiyetine göre davranırdı; şimdinin paralı işçisinden çok da farklı değildi. Hatta ünlü tarihçi Enver Ziya Karal’ın yazdığı üzere pek çok paşa da kölelikten gelmedir. Meselâ Karal, II. Mahmut’un sadrazamı Hüsrev Paşa’nın köle olduğunu yazar…”
Evet, Osmanlı, kölelerine özel eğitim verir, muallimler tutar, paşalığa kadar yükseltirdi. Hem de Avrupa kölelerine hayvan muamelesi yaparken…
Bir de kadın hakları meselesi var. Yine sinsi Avrupa, bu konuda sanki çok hakkaniyetliymiş gibi kendini kabul ettirse de, aslında kadını da harcamış, ona gereken değeri çok geç iade etmiştir. Bizim “Medenî Kanun”u aldığımız, Cumhuriyet’in kurulma döneminde hayranı olduğumuz İsviçre ve Fransa, bizden çok sonra kadına seçme seçilme hakkı vermiştir.
1914-1936 yılları arasında ABD (1920), Büyük Britanya (1918 ve 1928), Sovyetler Birliği (1917), Birmanya (bugün Myanmar, 1922), Ekvador (1929) ve hayranı olduğumuz bazı ülkeleri hatırlayalım… Fransa, İtalya, Romanya, Yugoslavya ve Çin de II. Dünya Savaşı’ndan sonra kadına seçme-seçilme hakkı verdi. 1971’de İsviçre‘de, kadınlara federal seçimlerde ve çoğu kanton seçiminde oy kullanma hakkı verildi. Biz bu ülkelerden kanun alıp kendi değerlerimize ve insanlığa şerefini iade eden İslâm gibi bir dinin kurallarına, Yaratan’ın kanunlarına sırtımızı, fakat tarihi ve kanunları çarpık olan Avrupa’ya yüzümüzü döndük. O gün bugündür hem toprağımızı, hem kimliğimizi kaybettik.
Koskoca Kara Kıta’yı yok eden bugünün Avrupa’sının övündüğü tarihi inşa eden dedelerinin yaptıklarını okurken kan ve sapkınlık görmekten midemizin bulandığı çok olmuştur. Bizim ülkemizde Osmanlı kötülenir ve padişahların, devletin bekası için kendi evlatlarını öldürdükleri anlatılır da kendi annesini öldürmek için plânlar yapan Neron, atı ile evlenen sapık Kral Caligula, kanunlarını insan kanı ile yazan Atinalı Dragon, ekmek ve meyve çalanların ölüm cezasına çarptırıldığı Helen kanunları anlatılmaz. Hatta Helen/Yunan tarihi, “demokrasinin beşiği” diye anılır.
Biz kendi tarihimizi dahi Batılı kaynaklardan öğrenir, kendi geçmişimiz ve kendi kimliğimizle düşman olursak, asıl düşmanın tarihini ve kimliğini tanımaya fırsatımız olamaz.
Sapık krallarını kahraman gibi lanse etmeye çalışan, dayatma-uydurma tarihlerini saçma hikâyelerle yazan Avrupa, korsanlarını da birer kâşif gibi anlatmıştır. Bize coğrafya kâşifiymiş gibi anlattıkları Vasco De Gama, Macellan gibi insanların aslında birer deniz korsanı olduklarını tüm tarihçiler bilirler. 1502’de Vasco De Gama, 21 gemilik 800 askerle Arap gemilerini yağmalamak için yola çıkmıştı. Gemileri yağmalayıp, bu gemilerde kim varsa kesip denize atıyorlardı.
Hele Hindistan’ı ele geçiren İngilizlerin kıyımları… Hindistan’a güç yetiremeyecekleri bölgelerde papazlarını götürüyor, papazlar Hinduca öğreniyor, ardından Hıristiyanlaştırma başlıyordu. Batı’nın iştahını, zengin Hindistan’ın altınları kabartıyordu. Bu uğurda binlerce cana kıyacaklardı. İstediklerini vermeyen bütün ülkeleri kan gölüne çevireceklerdi.
Belçika, Kongo’da, 1890’lı yıllarda10 milyon kişinin, kendilerine karşı İslâm adına savaşamasın diye ellerini bileklerine kadar kesti, ölümlerine sebep oldu.
Belçika’dan yüzyıllar önce Portekizliler, sömürge yapacakları Afrika kıtasına “barış götürdüler”(!), koskoca bir kıtayı kemiklerden oluşan tepelere, köyleri kan gölüne çevirdiler. Kongo kralını vaftiz etmek en kutsal görevleriydi(!). 1492’de Portekizliler Kongo’yu kıyıma uğratadursunlar, İspanyolların yaptığı kıyımın da onlardan geri kalır yanı yoktu. 1501’de Zenci köle ticareti yapan İspanyollar, Kızılderilileri de katlettikleri için tarlalarda çalışacak insana ihtiyaç duymuş, bunu da Afrika kıtasındaki insanları gemilerle, hayvan taşıdıkları kafesler ve teknelerle yapmışlardı. Meselâ Hispaniola’da 300 bin kişi yaşıyordu. 100 bin kişiyi öldürmüş, diğerleri ya esir edilmiş, ya kaybolmuş. Şehirde bir iki yıl sonra sadece 500 kişi kalmıştı.
Yüzlerce köyü yok etmiş, milyonlarla ifade edilecek insan kıyımı yapılmıştı. Angola’da 300 bin köle, yine Amerika’da tarlalarda çalıştırmak için hayvan vagonlarında taşınmıştı. İtaatkâr, saygılı Afrika yerlilerini hem katlettiler, hem köleleştirdiler, ardından da onları “yamyam”, kendilerini “modern insan” olarak insanlığa lanse ettiler.
Sonra Fransa’nın sömürge politikalarını sayfalarca yazmak gerek. İngilizlerin Hindistan’daki altınları elde etmek için bu ülkeyi yıllarca nasıl sömürdükleri, kireç kuyularına attıkları yüzlerce insanı, sırf köleleştirmek için nasıl vahşet uyguladıklarını hatırlatmak gerek.
Onların sadece uzak geçmişi kirli değil, yakın geçmişi ve bugünleri de kirli! Nerede kavga ve kıyım varsa, orada bu güçlerin çıkar çatışması ve bu uğurda gerek gizli, gerek açık savaşları var. Fransız İhtilâli dünyayı kasıp kavurmuş, ülkeleri bölmüştü. Bugün ülkemde, Güneydoğu Anadolu’da kan akıyorsa, “ırkçılığı” dünyaya dayatan bu ihtilâl sebebiyledir.
RUKİYE YILDIZ — 15 OCAK 2021
KAYNAK : Haber Ajandahttps://haberajandanet.com