Ortadoğu’nun modern jeopolitiğinde “güvenlik devleti” paradigmasıyla hareket eden İsrail, ardışık askerî hamlelerine rağmen tarihsel meşruiyetini pekiştirmekten ziyade her geçen gün daha derin bir iç ve dış kriz sarmalına sürüklenmektedir. Bu kriz, yalnızca askeri değil; aynı zamanda siyasal, toplumsal, psikolojik ve ideolojik boyutlarda da etkisini artırarak bir sistemik çözülme işaretine dönüşmüştür.
İsrail’in görünürdeki askerî zaferleri gerçekte bir tükeniş sürecinin üzerini örten geçici ve sürdürülemez manevralardır. Bu durum yalnızca taktik başarılarla açıklanamayacak ölçekte bir stratejik kırılmayı ve birikimli yorgunluğu işaret etmektedir.
Bu bağlamda, düşünür ve tarihçi Mücahit Yılmaz’ın ortaya koyduğu bir analiz, sadece entelektüel düzeyde değil, siyasal davranışın stratejik arka planını da anlamlandırmak açısından dikkate değerdir. Yılmaz’ın, efsanevi boksör Muhammed Ali’nin bir müsabakasına dair yaptığı çözümleme, savaşın doğasına ilişkin önemli bir analoji sunar: “Boks’an anlamayan biri maçı izlediğinde ilk bakışta Muhammed Ali’nin pasif kaldığı, sürekli darbe aldığı düşünülür. Oysa yorumcu, Ali’nin rakibini gözlemlediğini, onun enerjisinin tükenmesini beklediğini söyler. Nitekim belirli bir noktada rakibi zayıflar ve Ali oyunun kaderini tek hamleyle değiştirir.”
Bu örnek, savaşlarda yalnızca görünür kuvvetin değil, sabrın, zaman yönetiminin ve stratejik derinliğin de belirleyici olduğunu vurgular. Nitekim İsrail’in Filistin’e yönelik askeri hamleleri de benzer şekilde ilk bakışta etkili gibi görünmekle birlikte, uzun vadede İsrail’in hem fiziksel hem de zihinsel kapasitesini tüketmektedir. Tüm bu gelişmeler, İsrail’in “güç” olarak algılanan imajının aşındığı, zamanın ve yıpranmanın karşısında kırılganlaştığı bir dönemi işaret etmektedir.
1. İsrail Toplumunda Savaşın Yıpratıcı Sürekliliği
İsrail toplumu, kuruluşundan bu yana varoluşunu sürekli bir savaş hali içerisinde kurgulamış ve toplumsal dayanışmasını bu söylem etrafında şekillendirmiştir. Ancak bu savaş hâlinin sürekliliği, 2006 Lübnan Savaşı’ndan itibaren yoğunlaşarak 2023 sonrasında Gazze saldırılarıyla psikolojik bir kırılmaya yol açmıştır.
Yeni kuşaklar güvenlik söylemiyle meşrulaştırılmış askerî politikalara karşı yabancılaşmakta; yedek askerlik gönüllülük oranlarında gözlemlenen düşüşler, protesto hareketlerinin yaygınlaşması ve savaşın kutsallığına dair mitlerin sarsılması, kolektif bilinçte bir yorulma ve tükenmişlik haline işaret etmektedir. Böylelikle savaş, toplumsal birleştirici olmaktan çıkmakta; tam tersine siyasal meşruiyeti tehdit eden bir yük hâlini almaktadır.
2. Siyasal Liderliğin Krizi ve Güvenliğin Popülist İstismarı
Başbakan Benjamin Netanyahu liderliğindeki hükümetin güvenlik merkezli siyasal stratejisi başlangıçta bir meşruiyet kaynağı gibi işlev görse de zamanla bu stratejinin içi boşalmış ve popülist bir manipülasyon aracına dönüşmüştür. Yolsuzluk dosyaları, yargı reformları ve aşırı sağcı ittifaklarla örülen siyasal zeminin çözülmeye başlaması İsrail’in kurumsal kapasitesine yönelik güveni de aşındırmaktadır.
Netanyahu yönetimi her yeni askerî hamleyi, kamuoyunun dikkatini iç sorunlardan uzaklaştırma aracı olarak kullanmaya çalışsa da bu taktik artık ters tepkiye yol açmaktadır. İsrail kamuoyu savaşları birer “milli zafer” değil, siyasal başarısızlığın üzerini örtme aracı olarak görmeye başlamıştır. Bu durum, siyasal meşruiyeti doğrudan etkileyen bir kriz düzlemine işaret etmektedir.
3. Askerî Başarı Görüntüsünün Gerisindeki Taktik Tükeniş
2006 Lübnan Savaşı’ndan başlayarak, 2014 ve 2021 Gazze saldırılarına nihayet 2023 sonrası Gazze kuşatmalarına kadar uzanan askerî eylemler zinciri taktik düzeyde üstünlükler sunsa da İsrail için stratejik kazanımlar üretmemiştir.
Uluslararası alanda Filistin karşısında artan sempati, İsrail’in sivil hedeflere yönelik saldırılarla anılması, “güvenlik” söyleminin yerini “soykırım” ve “etnik temizlik” suçlamalarına bırakmasına neden olmuştur. Ayrıca Hizbullah’ın kuzeydeki etkisi ve Suriye’deki saldırıların sınırlı etkisi İsrail’in bölgesel caydırıcılığını zayıflatmıştır.
Burada tekrar Mücahit Yılmaz’ın analojisi işlevsel hâle gelmektedir: İsrail, görünüşte üstünlüğünü sürdürüyor gibi görünse de aslında “yumruk üstüne yumruk atarak” kendi enerjisini tüketen bir aktöre dönüşmüştür. Filistin ise bu süreçte yalnızca bir mağdur değil, aynı zamanda zamanın ve stratejinin tarafı olarak öne çıkmaktadır.
4. Ekonomik Aşınma ve Siyonist İdeolojinin Krizi
İsrail’in süreğen savaş hali sadece toplumsal ve siyasal değil, ekonomik düzlemde de ciddi kırılmalara neden olmaktadır. Uzun süreli askerî mobilizasyon iç piyasada üretimin daralmasına, ihracatın sekteye uğramasına ve dış yatırımların azalmasına yol açmaktadır. Teknoloji tabanlı ekonomik model gücünü kaybetmekte ve “start-up ulusu” imajı yerini kriz ekonomisi algısına bırakmaktadır.
Bununla birlikte ideolojik düzlemde siyonizm vaat ettiği “güvenlikli Yahudi devleti” söyleminin aksine sürekli savaş, korku ve istikrarsızlıkla anılan bir yapıya dönüşmektedir. Laik-dindar, Aşkenaz-Sefarad, yerleşimci-şehirli gibi derinleşen iç toplumsal fay hatları, Siyonist projenin bütünlük iddiasını aşındırmaktadır. Bu iç çelişkiler, artık savaş yoluyla bastırılamaz hâle gelmiş; siyonizmin iç tutarlılığı ciddi biçimde erozyona uğramıştır.
Zamanı Yönetenin Tarihi Yazdığı Bir Çağ
Modern savaş paradigması sadece fiziki çatışmalardan ibaret değildir. Algı, yıpranma, zamanlama ve meşruiyet, çağdaş çatışma biçimlerinin temel belirleyenleri hâline gelmiştir. İsrail’in bugün elde ettiğini sandığı her askerî üstünlük uzun vadede iç çözülmenin, uluslararası izolasyonun ve ekonomik tükenişin habercisidir.
Bu nedenle, görünürde yumruk atan taraf olarak parlayan İsrail, gerçekte kendi enerjisini ve meşruiyetini hızla tüketen bir aktör hâline gelmektedir. Filistin ise, tarihsel sabır, stratejik direnç ve toplumsal meşruiyet zemininde bir varoluş biçimi olarak yükselmektedir.
Son tahlilde, bu tarihsel denklemde asıl belirleyici olan anlık güç değil, zamanı kim daha iyi yönettiğidir. Ve her yeni çatışma, bu sorunun cevabını daha da netleştirmektedir: yumruk yiyen değil, zamanı yöneten kazanır.
Mustafa UZUN