Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren kimi zaman yaşanan ekonomik krizler sebebiyle kimi zamanda dünyada meydana gelen kapitalizm ve küreselleşme gibi süreçlerden dolayı devlet, milli bir burjuva sınıfı ve sermaye oluşturmayı hedeflemiştir. Bu çerçevede oluşturulan burjuva sınıfı 1980’lere kadar devletin ekonomi üzerindeki kontrolü sebebiyle bağımsız bir nitelikten yoksun kalmıştır. Daha sonra 24 Ocak kararları ile birlikte değişen ekonomi politikaları devletten bağımsız iş adamı gruplarının oluşmasına yol açmıştır. Bu da İslami sermayenin ekonomik düzlemde yer edinmesine kapı aralamıştır.
İlerleyen yıllarda Turgut Özal ile başlayan liberalleşme hareketleri, İslami kesimin sermaye üzerindeki yaptırımlarına güç kazandırmış ve görünür hale getirmiştir. Böylece TÜSİAD gibi siyasi iktisadi örgütlenmeler, bir karşıt veçhesi olarak İslami kesiminde sahneye çıkmasında etkili olmuştur. Dolayısıyla milli burjuvazinin gelişimini ve Kemalist zihniyeti temsil eden TÜSİAD’a karşın; bu modernleşme sürecine yeni bir yol çizen ve Anadolu geleneklerinin temsilcisi denilebilecek MÜSİAD kurulmuştur.
Öte yandan cumhuriyet döneminde tarikat gibi oluşumları engellemek amacıyla çeşitli İslami faaliyetlere yasaklar getirilmesine rağmen birtakım tarikat ve cemaatler faaliyetlerini üstü kapalı bir biçimde sürdürmüştür. Dolayısıyla Türkiye sekülerizmin etkisi altında kalırken aynı zamanda İslami bir canlanış söz konusu olmuştur.
Demokrat Partinin iktidara gelmesi ile birlikte 1950’li yıllara gelindiğinde ise İslami faaliyetler alenen yükselişe geçebilmiştir. Bunun yanında Demokrat parti ile beraber köyden şehirlere bir göç başlamıştır. Böylelikle köylerde yaşanan İslam, şehirlere de taşınmıştır. Bu durum günümüz Türkiye’sindeki İslami gelişim için önemli bir dinamik olmuştur. Keza İslami medyanın ve politik söylemin belirginleşmesi, en çok da 24 Ocak kararları yeni bir İslami burjuva sınıfının doğuşunda önemli bir rol oynamaktadır.
Artık İslami kesim varlıklarını, liberalleşen toplumda ekonomik olarak kamusal alana taşımış ve 1980 sonrasında yeni bir burjuva sınıfı olarak anılmaya başlamıştır. Dolayısıyla modernleşmenin etkisi ile birlikte yok edilmeye çalışılan Müslüman kimliği, nükseden İslami hareketler sonucunda kolektif bir şekilde yeniden canlanmakta ve tekrar aktör olarak toplumda yerini almaktadır. Aynı zamanda Müslümanların eğitim seviyelerini yükseltmesi ile birlikte toplumsal değişim sürecinde belirleyici olan İslam aydınları ve İslam seçkinleri meydana gelmiştir. Üstelik aydın kavramı Kemalist düşüncede batılı bir yaşam tarzı ile özdeşleşirken entelektüel İslam aydınları bu algıyı kırmışlardır.
Fakat bütün bunların yanında meydana gelen İslami elit kesimin de dünya çapında etkisini sürdüren kapitalizmden payını aldığını söyleyebiliriz. Artık kamusallaşmanın yanı sıra para kazanma güdüsü de kazançla birlikte artarak baskın hale gelmiştir. Bu bağlamda iş adamları, faiz ve kredi oranlarını dikkate alarak ve bu durumu bir nevi taksitlendirme gibi görerek rahatlıkla faiz kullanabilmektedirler. Bunun yanında kapitalizmin doğru şekilde değerlendirilip dönüştürüldüğü takdirde fayda sağlayacağını düşünenlerde olmuştur.
Önceden az ile yetinmeyi telkin eden “bir lokma bir hırka” düsturu hâkimken günümüzde tabiri caizse “bir lokma bir hırka bir Mercedes” haline gelmiştir. Nitekim lüks ve pahalılık “Müslüman en iyisini hak eder” gibi söylemler ile meşrulaştırılmaktadır. Örnek olarak muhafazakâr tatil köylerinin türetilmesinden, kendine has modasından ve evlerdeki şatafattan bahsedebiliriz. Aynı zamanda sosyal yaşamda üstün olma anlayışı İslami elit kesimin temel ilkelerinden biri olmuştur. Dolayısıyla İslami burjuvazi her ne kadar İslami esaslar çerçevesinde bir hareket olarak ortaya çıkmış olsa da küreselleşmenin ve kapitalizmin ölçütlerine entegre olmak da pek sıkıntı çekmemiştir.
Büşra DEMİR – 24 /ŞUBAT /2022